Tarihi Bölgelerdeki Değişimlerin İSTİKLAL CADDESİ ÜZERİNDEN İncelenmesi

“Başlarsın boydan boya kalabalığın arasına karışmaya,

Öyle bir mekân ki aklının arka perdesinde dolaşan,

 Düşüncelere eşlik eden enstrüman sesleri, müzik sesleri,

Birçok farklı kültürden insanın yanından akıp geçerken ki konuşma sesleri,

Alışveriş yapmaktan kendinden geçenlerin sesleri…”

Araştırma yapmak üzere bir kalabalığın arasına karışarak, tarihi alan olarak nitelendirilen Taksim Meydanından başlayarak bir rota çizdik ve sizlere bilgi sunmak üzere çalışmalarımızı aktarıyoruz. Tarihi yapıların yoğun olarak bulunduğu bölgelerde yapılan bilinçsiz müdahaleler, eklenen yeni işlevler veya mekânlar, kültürel değeri bulunan yapıların yeniden inşası nedeniyle değişen kentsel dokular İstanbul’un birçok yerinde görülmektedir. Bulunduğu konumun kimliğini oluşturan mekânlara ve ögelere eklemlenen ticari yerler, zamanla değişen koşullar, ulaşım, altyapı gibi etmenlerde verilen kararlar bu bölgelerin karakterini zedelemektedir. Bu yazıda tarihi ve kültürel açıdan birçok özellik barındıran Taksim’de, İstiklal Caddesi boyunca yapılan araştırma rotası üzerinden tartışılacaktır. 

Taksim Meydanı’ndan başlayan İstiklal Caddesi aksı

Yapılan bu araştırma, tarihi alana erişebilmek için metro ağı tercih edilmiş ve Taksim Meydanı’ndan başlanmıştır. “Halkın toplandığı, çoğu binalarla çevrili, düz, açık ve geniş yer; alan.” (Hasol, Mimarlık Sözlüğü, 1990, s.360)

Meydan kavramının bir zamanlar ön planda olan, bazı Yeşilçam filmlerindeki sahnelerde bile yer yer gösterilen Taksim Meydanı, günümüze kadar birçok değişimlere maruz kalmıştır.

Artık bize bu mekânda Yeşilçam’ı hissettiren sadece tabelanın varlığı ve kullanılmayan bir sokak bulunmakta.

Bölgede nefes alınabilen, toprağa ulaşılabilen, deprem tehlikesi halinde tek toplanma alanı olan Taksim Meydanı ve çevresi, Cumhuriyet Caddesi’ne cepheli kesiminde meydan ve çevresiyle işlevsel olarak uyum sağlayan alternatif tasarım önerileri içeren “Taksim Gezi Parkı ve Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi” başlıklı kentsel tasarım projesi hazırlandı. İstanbul 2 No.lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu’nun inceleme sürecinde alana müdahaleler yapılıp, ağaç kesimleri gerçekleştirilmiştir. Taksim Meydanı düzenlemesi ve metro bağlantıları sonrasında meydanın yeniden tasarlanması gündeme gelmiştir. Taksim Cumhuriyet Meydanı’nın modern Türkiye tarihindeki önemini anlatan Hasol, “O meydan hiç kuşkusuz, İstanbul’un en önemli meydanıdır; tarihteki yeri de çok önemlidir. Kuşkusuz, meydanın düzenlenmesi işi, ciddi kentsel tasarım ve mimarlık projeleriyle ele alınacaktır. Taksim Meydanı’nın düzenlenmesi için atılacak doğru adımların, öteki kentler için de yararlı bir örnek oluşturacağı kesindir.” yorumunda bulunmuştur.

Farklı kültürlere ev sahipliği yapan Taksim’de, günümüzde Fransız Konsolosluğu olarak da değerlendirilen Fransız Kültür Merkezi hala ayakta duran yapılar arasındadır. Bulunduğu konum açısından avantajı nedeniyle önünde bulunan seyyar satış araçları, insanların algısında değişikliğe neden olup yapının değerini düşürmektedir. Yine de bu yapı atıl bırakılmak yerine dil eğitimleri verilen kurslarla, düzenlenen sergilerle aktif tutulmaya çalışılmaktadır.

İstiklal Caddesi’nde Varlığını Sürdüren Kiliseler

Taksim’de Hristiyanların yoğun olarak yaşadığı dönemlerde inşa edilen ve varlığını koruyan yapıları İstiklal Caddesi ve çevresinde görmek mümkündür. Katolik, Ortodoks ve Protestanlık olarak üç mezhebe ayrılan Hristiyan Kiliseleri’nden, Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi, Sent Antuan Katolik Kilisesi, Santa Maria Draperis Latin Katolik Kilisesi bu güzergâh üzerinde sırası ile bulunmaktadır.

Aya Triada Rum Kilisesi, İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Taksim İstiklal Caddesi Meşelik Sokak üzerinde 1879 tarihinde inşa edilmiştir. Taksim meydanına bakan, buna karşın girişi İstiklal Caddesi Meşelik sokaktan olan kilise İstanbul’daki en büyük Rum Ortodoks yapısıdır. Bu bölge 19.yüzyılda Rum Mezarlığı idi. Kolera salgını çıkınca bu mezarlık kullanılmamaya başlanmış ve yeni gömüler o zaman şehrin dışı olan Pangaltı semtine yapılmıştır. 1876 mezarlık nakli yapıldıktan sonra buraya Kilise inşa izni verilmiştir. Yapının mimarı Vasilaki Efendi’dir. Buna ait bilgi kilise üzerindeki kitabeden anlaşılır. Yapı etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş büyük bir alanda inşa edilmiştir. Avlunun kuzey ve kuzeybatısında sosyal yapılar bulunur. Kilise Doğu ve batı aksında yapılmıştır. Kilisenin yunan hacı biçiminde bir planı bulunur. Binada merkezi kubbe bulunur. Narteksin iki yanında iki çan kulesi yer alır.

Ayia Triada Rum Ortodoks Kilisesi girişi

Batıdaki girişte altı basamakla nartekse girilir. Girişte 5 kemerden meydana gelen bir sütunlu bir portik bulunur. Bu iki kat şeklinde sürer. En tepede bir gül pencere yer alır. Girişin kuzeyinden ayazma girişi yer alır. Güneyde ise kadınlar mahfilinin girişi bulunur. Ana mekanda yan nefleri birbirinden ayıran sütun kaideleri sekizgendir. Sütun başlıkları korinttir. Kubbe kasnağında on iki pencere yer alır. (http://www.tas-istanbul.com)

Kilise, daha sonra inşa edilmiş yapılar arasında zorlukla görülmektedir. Bu yapıların ticari işlevli kullanımı nedeniyle çevresindeki fonksiyonlar değişmiştir. Taşıt yoğunluğu fazla olan yollar ve ticari mekanlar nedeniyle oluşan kalabalık nedeniyle yaya ulaşımında da aksaklıklar yaşanmaktadır.

Sent Antuan Katolik Kilisesi, 1221 yılında Konstantinopolis’e (İstanbul) yerleşen Fransiskenler’in, Theotokos Kyriotissa Kilisesi’ne taşınmalarının ardından, 1230lu yılların başlarında, kurucuları Assisili Aziz Fransua adına rahiplerin inşa ettirdiği Galata civarındaki kilisenin 1697’de camiye çevrilmesi üzerine inşa edilmiştir.

1306 yılında Rum kesimindeki ilk kiliselerinden uzaklaştırılan Rahipler, Galata’da Aziz Fransua’da bulunan kardeşlerine katıldılar ancak kilisenin camiye çevrilmesi üzerine 350 yıl boyunca ellerindeki tek kilise Sent Antuan olacaktı. 1724 yılında Pera’da Aziz Antuan adına yeni bir kilise inşa edildi ve kutsandı. 1904 yılında yeni tramvay yolu için Aziz Antuan Kilisesi’nin yıkılması gerektiğinden Rahipler aynı cadde üzerinde kiliselerini kurabilecekleri bir alan aradılar. Özel bir toplantıda X. Papa Pius, Bölge Temsilcisi Peder Giuseppe Caneve’yi teşvik etti ve projeyi kutsadı. 1905 yılında 21 Kasım günü Peder Caneve, kontratı imzaladı. 1906 yılında 23 Ağustos günü Papa’nın Vekili Mgr. Giovanni Tacci’nin Genel Vekili Mgr. Giovanni Borgomaneto, kutsamada bulundu ve yeni kilisenin temeline ilk taşı koydu. 1907 yılında maddi kaynak yetersizliğinden Aralık ayında inşaat çalışmaları yarıda kesildi.

Sent Antuan Kilisesi

1910 yılında iki yıldan sonra Ocak ayında yeniden başlandı. 1912 yılında Aziz Antuan’ın naşının Padova Basilikası’ndaki yerine taşınmasının yıldönümü olan 15 Şubat günü Rahipler, yeni kiliselerine taşındılar, kilise kutsandı ve ibadete açıldı. 1932 yılında Bulgaristan Apostolik Delegesi Mgr. A. G. Roncalli, Aziz Antuan’ın 700. ölüm yıldönümü nedeniyle, Aziz Antuan günü olan 13 Haziran’da, Tredicina vaazını vermek ve Pontifical Ayini’ni kutlamak üzere davet edildi. Bu gelecekteki Papa XXIII. John’un Türk Katolik Cemaatiyle ilk iletişimiydi. (http://www.sentantuan.com/kilisemiz/tarih/)

Varlığını korumakta olan bu kilisede Türkçe, İngilizce, İtalyanca, Lehçe dillerinde kutsal ayinler düzenlenerek ibadetlerinde devamlılık sağlamaya çalışılmaktadır. Yapının belli bir işlevde kullanımına devam ediyor oluşu yapının bakımlı kalmasını da etkilemektedir. İbadet dışında da ziyarete açık oluşu, mekanın taşıdığı mimari ögeleri incelemeye fırsat sunmaktadır.

Notr Santa Maria Draperis Kilisesi,  İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Tünel İstiklal Caddesine cepheli 1904 tarihinde Katolik Fransisken kilisesi olarak inşa edilmiştir. Beyoğlu’nda Galatasaray ile Tünel arasında, İstiklal Caddesi üzerinde yer alır. 19.yüzyılda Galata ve Beyoğlu’nda varlığından söz edilen dokuz Latin kilisesinden biridir. Galata Mumhane Caddesi’ndeki Santa Maria Kilisesi’nin 1584’de yanmasından sonra Fransisken tarikatına mensup olan Madam Clara Draperis’in bağışladığı bir evin arsasına, ahşaptan yeni bir kilise yapılmıştır. 1660’da ve 1678’de geçirdiği yangınlardan sonra Beyoğlu’na taşınan bu kilise, 1691 yılında tekrar yanmış ve 1729 yılında şimdiki yerinde kagir olarak yeniden inşa edilmiştir. 1871’de yine bir yangın geçiren ve sonrasında onarılan kilise, 1904’e kadar Avusturya – Macaristan Elçiliği tarafından kullanılmıştır.1904’de II. Abdülhamit’in vermiş olduğu izinle, İtalyan Mimar Guglielmo Semprini tarafından bugünkü kilise inşa edilmiştir. Kilisenin girişindeki plakette, Sultan Abdülhamit’e ve Belediye Başkanı Rıdvan Paşa’ya yardımları için teşekkür edilmektedir. İstiklal Caddesi’ndeki giriş kapısından merdivenlerle aşağı inildiğinde girişine varılan kilise, aradaki lojmanlarla Santa Maria Hanı’na bağlanmaktadır.

Santa Maria Draperis Kilisesi

Santa Maria Draperis Kilisesi, tek nefli bazilikal plana sahiptir. Neo-klasik üslupta, düzgün kesme taştan, iki katlı, yalın bir cephesi vardır. Batı cephesinde, yarım yuvarlak kemerli pencereler görülür. Doğu batı eksenindeki yapının, mermer bir arşitrav ve üçgen alınlığın çevrelediği giriş kapısının üzerinde, yarım yuvarlak çerçeve içinde, mozaikten yapılmış bir Meryem ana kompozisyonu yer almaktadır. İki melek figürüyle bulutlar üzerinde yükselen Meryem Ana, gerçekçi bir şekilde tasvir edilmiştir. 1678 yangınından kurtulan “Meryem” tablosu da, kilisenin apsisindedir.  Ayrıca apsiste yer alan yarım yuvarlak formundaki iki pencere, vitraylarıyla dikkat çekicidir. (http://www.turanakinci.com)

Santa Maria Draperis Kilise Girişi

Taksim’in tarihi ve kültürel izler taşıya yapılarının, sokaklarının bulunduğu noktalardan birisi de Emek Sineması’dır. Emek yahut açıldığı dönemdeki adıyla Melek Sineması, Osmanlı’nın önde gelen bürokratlarından Abraham Paşa tarafından, Osmanlı vatandaşı Levanten Mimar Alexandre Vallaury’e 1880’li yılların başında konut olarak yaptırılan Cercle d’Orient’in arka bahçesinde, sırtını tümüyle Cercle d’Orient’a yaslayan yapı adasının bir parçası olarak 1924 yılında açıldı. Mimarlığını Rafael Alguadiş’in üstlendiği sinema, ilk adı olan ‘Melek’i, film perdesinin iki yanına yerleştirilmiş, sarı-turuncu renkli “art nouveau” tarzı melek heykellerinden ve zorunlu olarak sinemaya giriş için kullanılan Melek Apartmanı’ndan alıyordu. Zamanla birlikte iki melek figüründen geriye sadece boş nişler kaldı.

Taksim’deki Kültürel Yapılar

Melek Sineması 1942 yılında, Varlık Vergisi uygulaması nedeniyle yaşanan iflasın ardından, diğer komşu salonlarla birlikte İstanbul Belediyesi tarafından satın alındı. Sinemanın işletmeciliği ise 1958 yılına kadar İpekçi kardeşler tarafından yürütüldü. Sinemanın Melek olan adı da Emek olarak değiştirildi.

Emek Sineması’nı da kapsayan Cercle d’Orient kompleksinin elden geçirilmesi gerekliliğine bağlı olarak, 1989’da yapıların tarihi dokusunu bozmadan restore edilmesi ve sonra işletilmesi amacıyla 2009 yılında yapı adasının yenileme süreci fiilen başlamış oldu. 20 Mayıs 2013’te ise tamamen yıkıldı. Emek Sineması’nın taşıma çalışmaları üç yıllık bir sürenin sonunda, Grand Pera’nın en üst katında, 2016’da kapılarını yeniden açtı. (http://www.lacivertdergi.com)

2009 öncesinde Emek Sineması tartışmaları henüz gündemde yokken, bu döneme ait haberleri taradığımızda, Emek’i de içine alan Yeşilçam Sokağı’nın içler acısı halini ve sinemalara olan rağbetin git gide azalmakta olduğunu görmek hiç de zor değil. Yeşilçam Sokağı uzun bir süre, sokak tabelasında yazısı görülmediği sürece önemi fark edilemeyecek kadar kötü durumda olup, zeminindeki taşları kırık ve bozuk haldeydi. İçinde bulunan sokağın, kentin kültürel ve toplumsal hayattaki değişimlerine, insanların sanata ve kültüre bakışındaki değişikliğe ve dönemin etkilerinin silinmesine neden olduğu yapılan değişiklikler sırasında unutulmamalıdır.

İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Çiçek Pasajı, turistik yerlerden biri olarak varlığını korumaktadır. Ticari alanlarla işlevlendirilmiş olan pasajda, bu işlev doğrultusunda değişimler yaşamıştır.

Tanzimat döneminde, Sultan Abdülhamit ve Sultan Abdülaziz tiyatro seyretmek için Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi ile Sahne Sokağı’nın kesiştiği köşede yer alan ünlü Naum Tiyatrosu’na gelirlerdi. Verdi’nin “II Trovatore” adlı ünlü operası da, Paris’ten önce İstanbul’da bu tiyatroda sahnelenmiştir. Naum Tiyatrosu, sahnelenen İtalyan operaları nedeniyle İstanbul’un ve Avrupa’nın sayılı kültür merkezleri arasına girmiştir. 1870 yılında gerçekleşen büyük Beyoğlu yangınında, Naum Tiyatrosu da yanarak yıkılmış ve yangın sonrası yeniden inşaa edilen binalardan biri olmuştur. “Galata Bankerleri” sanıyla tanınan Rum bankerlerinden Hristaki Zografos Efendi, 1876 yılında, yanan Naum Tiyatrosu’nun yerini satın almıştır. Bu arsa üzerine, İtalyan mimar Cleanthy Zanno’ya çizdirdiği proje ile içinde bir çarşı ve apartman bulunduran, yeni tipte bir bina yaptırmıştır. Cite de Pera bir süre çiçek mezat yeri olarak da kullanılmaya başlanınca, Beyoğlu’ndaki çiçekçiler pasaja toplanmış ve pasajın adı “Çiçekçiler Pasajı”na dönüşmüştür. (http://www.tarihicicekpasaji.com) Elhamra Han, Mısır Apartmanı, Markiz Pastanesi bu bölgedeki önemli tarihi yapılardandır. Mısır Apartmanı,  İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında Beyoğlu İstiklal Caddesi Galatasaray semtinde 1910 tarihlerinde inşa edilmiştir.

Restorasyon sonrası Mısır Apartmanı cephesi

İstiklal Caddesi ile Acara Sokağı’nın kesiştiği noktada yer alır ve 303-305 kapı numarasına sahiptir. İstanbul’un en büyük kiliselerinden Sent Antoine Katolik Kilisesi’yle komşudur. 1910 yılında, yıkılan Trocadero Tiyatrosu’nun yerine, Mısırlı Abbas Halim Paşa tarafından kışlık konak olarak yaptırılmıştır. Mısır Apartmanı, İstanbul’un ilk betonarme yapılarındandır. Osmanlı devlet adamı, Mısır eyaleti yöneticilerinden Abbas Halim Paşa tarafından Ermeni asıllı mimar Hovsep Aznavuryan’a yaptırılmıştır. Art Nouveau tarzındaki yapının inşasına 1905 yılında başlandı. İnşaat malzemelerinin büyük bir bölümü Fransa’dan getirildi. Yaklaşık 4,5 yıl süren inşaat çalışmalarının ardından yapı, 1910 yılında tamamlanarak Paşa’ya teslim edildi. Orijinal planda bina, zeminde dükkânlar olmak üzere toplam 6 kattan oluşuyordu. En üst katın bir bölümü çamaşırhane, kalan kısmı teras olarak kullanılıyordu. İstiklal Caddesi, Acara Sokağı ve Akarsu Sokağı olmak üzere üç cepheden yola bakan yapının giriş kapısı ve ön cephesi İstiklal Caddesi’ndedir. Ön cephede gösterişli balkonlar loca boşlukları ve ilk katta geniş pencereleriyle dikkat çekmektedir. Dış cephenin en karakteristik özelliği ise yalın süslemelerle bezenmiş kesme taştan yapılma duvarlar ve cephe heykelleridir. (http://www.tas-istanbul.com)

Konak, 1940 yılında dönemin ünlü işadamlarından Hayri İpar’a satılmıştır. İpar Ailesinin mülkiyetinde yapıda birtakım değişiklikler yapılmıştır. Mevcut binaya 2 kat daha eklenmiştir. Ancak 9’uncu katın yapımı hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Apartmana sonradan bir asansör de eklenmiştir. 2000 yılında apartmanda onarım başlatıldı ve 5 yıl içinde yapı tümüyle restore edildi.

İstiklal Caddesi, tarihi özelliklerinin yanı sıra kültür, sanat konusunda da önemli mekanlarla desteklenmiştir. Taksim Meydanı’ndan başlayarak Fransız Kültür Merkezi, Akbank Kültür Sanat Merkezi, Salt Beyoğlu, Yapı Kredi Kültür Merkezi, Pera Müzesi, geçici sergi mekanı İstanbul Modern Sanat Müzesi ve Salt Galata olmak üzere bu güzergah aynı zamanda bir kültür, sanat aksını barındırır. Bu aksın devamında boğazı 360’ panoramik görüntüsüyle boğazı ve Eminönü Sirkeci taraflarının seyredilebildiği tarihi Galata Kulesi’ne ulaşılır.

Galata Kulesi ve Karaköy Sokakları

Galata Kulesi, 528 yılında inşa edilmiş İstanbul’un Galata semtinde yer alan (Karaköy’ün üst kısmı) ve şehrin en önemli sembolleri arasında yer alan bir kuledir. Kuleden İstanbul’un sahil kesimi başta olmak üzere Haliç ve İstanbul Boğazı panoramik olarak izlenebilmektedir. Galata Kulesi dünyanın en eski kulelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Galata Kulesi 528 yılında Bizans İmparatoru Anastasius tarafından Fener Kulesi olarak inşa edilmiştir. 1204’deki IV.Haçlı Seferi’nde yüksek düzeyde hasar alan kule, 1348’de Cenevizliler tarafından yığma taşlar kullanılarak İsa Kulesi adıyla Galata surlarına ek olarak yeniden restore edilmiştir. Ayrıca o yıllarda kentin en yüksek binasıdır.

1445-1446 yılları arasında Galata Kulesi yükseltilmiştir. Daha sonra Türklerin eline geçmiş ve her yüzyılda bir restore edilmiş ve tamir edilmiştir. 16.yüzyıla gelindiğinde ise Kasımpaşa tersanelerinde çalışan Hristiyan savaş esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Sultan III. Murat zamanında ise burada bir rasathane kurulmuş ve bu rasathane 1579’da kapatılmıştır. IV.Murat döneminde yani 17.yüzyılın ilk yarısında Hezarfen Ahmet Çelebi tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtına takıp (1638) Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçmuştur. 1717 yılı itibariyle ise Galata Kulesi Yangın Gözleme kulesi olarak kullanılmıştır. III.Selim döneminde ise çıkan bir yangında kulenin yarısından fazla bir bölümü yanmıştır. Kule onarılmış ve 1831 yılında tekrar bir yangında hasar görmüştür. 1875 yılında ise Çatı Külahı devrilmiştir. 1965’te başlanıp 1967’de bitirilen son onarımla ise kulenin günümüzde ki görünümü sağlanmıştır.

Galata Kulesi ve çevre yapılar

Galata kulesinin yerden çatının uç kısmına kadar olan yükseklik boyu 69,90 metredir. Dışında görmüş olduğunuz duvarları 3,75 metre, yuvarlağın iç çapı ise 8,95 metredir. Dış çap ise 16,45 metre olarak inşa edilmiştir. Kuleyi bir tartıya koyduğunuzu düşündüğünüzde ise ağırlığı yaklaşık olarak 10 bin ton gelmektedir. Bu ağırlığın asıl sebebi hem duvar kalınlıkları hem de gövdesinin işlenmemiş moloz taşından yapılmış olmasıdır. (http://www.galatakulesi.org)

Zeminden aşağıda kalan çukurlarının içinde birçok kanalda kafatasları ve kemikler bulunmuştur. Buradan anlayacağınız üzere orta boşluk bodrumu zamanında zindan olarak kullanılmış. 1876 ve 1973 yıllarında bazı intihar vukuatlarıyla da hatırlanmaktadır. Turistik açıdan da önem kazanmış olan bu tarihi yapı, uzun bekleme kuyruklarına sahiptir. Çatı katında bulunan restoran ile kule ticari işlev kazanmıştır. Turistlerin artan ilgisi ve yeni eklenen işlevle yapılan restorasyonlar sonucu yapı günümüze kadar korunmuştur.

Galata Kulesi’nden sahil aksına inilen güzergahta, alandaki bir diğer tarihi öge olan Komando Merdivenleri tercih edildi. Beyoğlu’nun dik eğimini kullanarak dönemin etkisiyle 1870 ve 1880 yılları arasında yapılan bu merdivenler, tipik bir merdiven örneğinden uzak olup insanlar için Kevin Lynch’ın tanımıyla, kentsel ölçekte önemli bir işaret ögesi oluşturmaktadır ve insanların hafızalarında yer etmektedir.

Kamondo Merdivenleri ismini dönemin ünlü ve varlıklı ailesi olan Kamondo Ailesi’nden almaktadır. Ailenin büyüklerinden Abraham Salomon Kamondo bu merdivenleri yaptırıyor. Sonrasında merdivenler halk tarafından Aşıklar Merdiveni olarak da isimlendirilir. Kamondo Merdivenleri’nin döner bir şekilde ve iki parça tasarlanmasının altında ilginç bir akıl yürütme yatar. Merdivenlerin bu şekilde olmasının nedeni yukarıdan biri aşağıya doğru düştüğünde en azından bir noktada durabilmesini sağlamak olduğu belirtilir. (http://www.hurriyet.com.tr)

Karaköy’e inildiğinde sahilin bir kısmını Haliç Tersanesi kaplamaktadır. Osmanlı dönemindeki Tersane-i Amire adıyla kurulan tersane tarihi boyunca çok önemli hizmetler görmüştür. Kasımpaşa Deresi ile Atatürk Köprüsü arasında 475 metre uzunluğunda bir rıhtımı bulunan tersane, 1984’te Ulaştırma Bakanlığı Türk Gemi Sanayii A.Ş.’ye bağlanmıştır. 2005 yılından itibaren ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne aktarılan Şehir Hatları Genel Müdürlüğü’nün 2010 yılında yine Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan İstanbul Şehir Hatları Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş,’ye dönüşmesiyle tersane de bu kuruluş bünyesine alınmıştır.

İstanbul’un kuruluşundan itibaren stratejik bir mevki olarak beliren Haliç, Bizans donanmasının inşası ve barındırılması için en uygun yerdi. Bizans’tan itibaren tersanenin merkezi olan Haliç, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra da Osmanlı tersanenin diğer adıyla Tersane-i Amire’nin merkezi oldu. 1455 yılında birkaç göz inşa kızağı ile faaliyete geçen Tersane-i Amire Yavuz Sultan Selim’in saltanat yıllarında önemli bir gelişme kaydetti Hasköy’e kadar genişledi. Tersane-i Amire’nin asıl gelişimi ise Kanuni Sultan Süleyman ve Sokullu Mehmet Paşa zamanında oldu. Tersane-i Amire’de yürütülen gemi inşa ve narım faaliyetleri dönemin batılı devletlerinin de sürekli takibi altındaydı. Galata ve Pera’daki Venedikliler casus olarak kullanılacak ve tersanedeki tüm gelişmeler İtalya’daki tersanelere aktarılacaktı. Burada Mimar Sinan tarafından inşa edilen büyük bir zift ambarı bulunmaktaydı. 1614 yılında Kaptan Paşa için tersaneye hakim bir yerde büyük bir saray inşa edilmişti. 1707 yılında ise Vezir Çorlulu Ali Paşa tarafından bir cami yaptırılmıştı. Tersane-i Amire Osmanlı tarihi boyunca çok önemli hizmetler gördü. Bunlardan biri 1571 yılında İnebahtı’da Osmanlı donanmasının yakılmasının ardından yaşandı. Tersane-i Amire beş ay gibi kısa bir sürede tamamen yok olan Osmanlı donanmasının yerine 150’den fazla kadırga inşa ederek 1572 yılında denize indirmeyi başardı. Tersane-i Amire bir endüstri merkezi olmanın yanında aynı zamanda bir okul özelliği de göstermekteydi. Devletin diğer tersanelerindeki idareciler, mühendis ve teknikerler buradan yetişirdi. (Hüseyin Irmak;  Bir Ağır Sanayi Tesisi: Tersane-i Amire)

III.Selim döneminde tersanenin genişletilmesi amacıyla tersane bahçesinde yer alan Aynalıkavak Sarayı yıktırılarak yerine Taşkızak ve Ağaçkızak tesisleri kurulması tartışılabilir bir konudur. Tersanenin genişletilebilmesi için uygulanacak tek yol sarayın yıktırılması mıdır?

Taksim’in her sokağı farklı bir dünyadır.  Her sokağı ayrı ayrı keşfedilecek birçok şeyler karşınıza çıkabiliyor. Farklı kültür, farklı lezzet, farklı tarz, farklı yaşamlar. Her ekonomik bütçeye farklılıklar. Yaşam tarzı olsun, gıda olsun. Binaların iç-dış görünüşleri bile farklılıklar sunmaktadır.

Tabiki meydanın gürültüsüne gürültü katan inşaatlar, kentsel dönüşümler, restorasyonlar…

İstiklal Caddesi nostaljik tramvay

Taksim denildiğinde ilk akla gelen Tünel tramvayıdır şüphesiz. Tarihsel açıdan Taksim içinde İstanbul içinde çok önemlidir. Günümüzde fotoğraflara konu olan tramvay Taksimle âdete bir bütün içerisindedir. 1989 yılında müzede bulunan eski vagonların restore edilmesi suretiyle elektrikli tramvayın sembolik bir hatta nostaljik amaçlı olarak yeniden hizmete girmesi gündeme gelmiş ve bunun için de en uygun yer olarak İstiklal Caddesi uygun görülmüştür. Böylece bugünkü nostaljik tramvay Taksim-Tünel hattında işlemeye başlamıştır. Kırmızı-beyaz rengi ve orijinal haliyle kısa sürede benimsenen nostaljik tramvay, sadece İstiklal Caddesi ve Beyoğlu’nun değil İstanbul, hatta Türkiye’nin simgesi haline gelmiştir.

Nostaljik Tramvay, Metro, Marmaray, Tramvay, Taksim Beyoğlu Tünel hattı ve Şehir Hatları vapurları gibi birçok ulaşım aracıyla desteklenen Taksim’in trafik sorunu sahil aksında daha belirgin bir şekilde artmaktadır. Tramvay hattı ile çakışan yaya ve araç yollarının olduğu kısımlarda trafik ışıklarıyla sistemli bir geçiş sağlanmaya çalışılsa da yoğun ve bazı bilinçsiz kullanımlar nedeniyle trafikte aksamalar yaşanmaktadır. Yakın zamanda meydana gelen yoğun yağışlar sonucunda su basan altgeçitler, mağazalar, evler de bu bölgede önemli derecede altyapı problemlerinin bulunduğunu göstermektedir.

Sonuç

Tarihi yapıların yoğun olduğu bölgelerden biri olan Taksim, bu yönünü gün geçtikçe kaybetmekte ve dönemin şartlarının getirdiği koşullardan biri olan ticarileşme furyasına katılmaktadır. Bu işlev değişikliği sonucu kentin tarihi, kültürel değerleri geri planda kalmış ve yok olmaya yüz tutmuştur. Zamanla yapılan devir işlemleri, restorasyonlar, eklenen işlevlerle eski etkisini kaybeden mekânlar tarihin izlerinin aktarılmasına engel olmaktadır. Kentsel ve mimari açıdan yapılan planlamalardaki eksiklikler kentin dokusunu bozmaktadır. Bu bozulmalar yalnızca dokunun değil, aynı zamanda bu bölgede yaşayan insan kesiminin, kentin karakterinin ve yapısının da bozulmasına, bulunduğu bağlamdan kopmasına ve sıradanlaşmasına neden olmaktadır. Bir meydan kullanımı açısından Taksim Meydanı’nın meydan niteliği taşımadığı görülmektedir. Meydan kullanımının eksikliği son dönemde yapılan yarışmalarla yeniden canlandırılması bekleniyor. Bir zamanlar yeşil alanların meydanla bütünleşerek insanlarda güzel bir duygu uyandırırken bunun kaybolması da hayli üzücü bir durumdur.  Birçok farklı kültürden insanın görüldüğü İstanbul’da en sık kültür farklılığının yaşandığı yerlerden biri Taksim Meydanı’dır. Gezerken bunu sizlerde fark edebilirsiniz.  Hatta ticari ve kamu kullanım alanlarına da bu durumun yansıdığı görülür. Özellikle Taksim’in ara sokaklarında satıcıların, ana sokakta ise alıcıların kültürlerindeki farklılıklar hissedilmektedir. Her şeye rağmen nefis bir tarihi yapıların arasında yürümek paha biçilemez…

KAYNAKÇA

  1. https://www.oguztopoglu.com/2014/04/osmanl-donemi-taksim-fransz-kultur.html?spref=pi
  2. https://www.youtube.com/watch?v=5Khk_zw1eHU
  3. https://www.kutsalkitap.org/katoliklik-ortodoks-protestanlik/
  4. http://www.tas-istanbul.com/portfolio-view/taksim-aya-triada-rum-kilisesi/
  5. http://www.sentantuan.com/kilisemiz/tarih/
  6. http://www.turanakinci.com/portfolio-view/beyoglu-maria-draperis-katolik-kilisesi/
  7. http://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/10/14/emek-sinemasi-hikayesi
  8. http://www.tarihicicekpasaji.com/tarihce
  9. http://www.tas-istanbul.com/portfolio-view/beyoglu-misir-apartmani/
  10. http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/karakoy-kamondo-merdivenlerinin-ilginc-hikayesi-40734635
  11. https://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/osmanlidan-gunumuze-tersane-i-amire-halic-tersanesi-h265880.html

Yorum bırakın